Doğum Tarihi

9 Mart 1959

Şehir

Samsun

Burç

Balık

1380

kez görüntülendi

A. Ali Ural Kimdir?

Şiirlerinde geçmişin izlerine rastlanmakla birlikte günümüzdeki olaylara da yer veren Ural’a göre şair, yaşadığı çağın sınırlarını aşabilmeli, sadece kendi çağındaki haksızlıkları değil, gelecek çağdaki haksızlıkları da reddedebilmeli idi. Şairin sorumluluğu da bu noktada başlıyordu. Bu sorumluluk, nefesi tükenene kadar su altında kalmak ve mısralarını fısıldamaya devam etmek, kırılsa bile ayna olmaktan vazgeçmemekti. Bu tavrın bir gereği olarak kendisi de “selam olsun benden Bolu Beyi’ne” dizesini “Benden selam söyle be me sekreterine” dizesine dönüştürdü. Zulmün gerçek yüzünü ifşa ederek Bosna’da mazlumların yanında değil zalimlerin yanında duran BM’ye böyle seslendi.

Şiirleri arasındaki imge ortaklığından söz eden şair, sekiz yaşında yazdığı ilk şiiri “Aşı” ile 48 yaşında yayımladığı ikinci şiir kitabı Kuduz Aşısı arasındaki süreci çiçek aşısı ile kuduz aşısı arasında geçen bir serüven olarak tanımladı. Poetik bir tavrın ifadesi olarak da okumanın mümkün olduğu Kuduz Aşısı’ndaki “Hidrofobi”, “Keskin Nişancı” şiirlerinde korku, ölüm, cinayet imgeleri derinlik kazandı. Kitaptaki şiirlerin isimlerinin aynı zamanda bu şiirlerin anahtarı olduğunu belirten şair, kuduzun belirtilerini imgelem âlemine farklı renklerle taşıdı. Ural, “modern hayatın göstergeleri kuduzu işaret edip duruyor hep: huzursuzluk, hırçınlık, tedirginlik ilk belirtileridir kuduzun, ruhsal çöküntü ve felç daha sonraki belirtileri. Duyu bozuklukları, nefes darlığı, çırpınma nöbetleri ve nihayet su korkusu yani hidrofobi! Yüce Allah “Biz her şeyi sudan yarattık” derken, insanın sudan korkması ne müthiş! İşte bu paradokstan doğuyor Kuduz Aşısı” sözleriyle şiirindeki bütünlüğü sağlayan unsurları açıkladı.

Geçmişle gelecek arasında köprü kurduğu şiirlerinde yeni ahenk ve anlam katmanlarına ulaştı. Sıklıkla başvurduğu çağrışım ve metaforlarla, şiirlerindeki imgelerin özgünlüğü ile dikkat çekti. Özellikle dünyanın açtığı yaralara karşı bir “Osmanlı tokadı” olarak değerlendirilen Kuduz Aşısı’nda özgün imgeleri ile dikkat çekti.

Zanaatla birlikte sanatın da usta çırak ilişkisini gerektirdiğini ve bunun yerel olmadığını, evrensel bir gelenek olduğunu savundu. Bu noktada Gizli Buzlanma’daki şiirleri de önceki şiirleri gibi çağrışım ve ritimle şekillendi. Geleneğin bugünün araçları ile yorumlanması gerektiğini düşünen Ural, Gizli Buzlanma için “”Münâcatın Kıyısında” ve “Naatın Kıyısında” bir süre durup sözün mutlak sahibini ve O’nun kabir toprağında bile estetik arayan elçisini hatırlamadan “Şiirin Kıyısı”na gitmek istemedim bu defa. Yunus’un, Şeyh Galib’in ve Fuzuli’nin ayak izlerini takip eden her şairin eninde sonunda uğraması gereken duraklardı bunlar.” sözleriyle gelenek karşısındaki tavrını belli etti. Bu üç şiirin arkasından ise “Muamma” geldi. Zira ona göre her sahih şiir bir muamma idi.

Türk şiirinin gelişim süreci içinde Türkçenin işlemesiyle kazandığı seslerden mizacına uygun olanı seçip geliştirerek kendine has bir şiir oluşturan Ural, özellikle Körün Parmak Uçları’nda bu sesle nesnelerin kimini örttü, kimini aşikâr etti. Şiirde yeniliği, var olanın yeni bir boyut kazanması olarak yorumlarken “Bir günah işle ve onu öldür!” mısraının geçtiği “Muhteva” başlıklı şiirini Körün Parmak Uçları ile Kuduz Aşısı arasında köprü olarak değerlendirdi. Yunus Emre’nin “Her dem yeni doğarız bizden kim usanası!” sözünü her şaire yol gösterecek bir rehber olarak gördü.

Ural’ın şiir kitapları farklı ses, örgü ve çağrışım zenginliği ile dikkat çekti. Şair sözün ve ahengin sonsuz imkânları varken şiirin tekrarlardan kurtulması gerektiğini dile getirdi. Bu bakımdan şiirlerinde üslup zenginliğinden söz etmenin mümkün olduğu Ural’ın, bu üslup zenginliği içinde “kendi’nin farklı seslerini bulmak” söz konusu oldu. Nitekim şiirin okurun algılarını alt üst etmesi gerektiğini düşünen Ural, dizelerinin uzunluğu ile dikkat çeken Mara ve Öteki Şiirler’de hem yeni şeyler denedi, hem eski izleri takip etti. Kitapta 300 yıllık bir hikâyenin peşine düşen şair, günümüzdeki olayları da görmezden gelmedi.

Şiirlerinde hem kelimeleri asli yanlarıyla algılayıp aslına döndürmeyi başardı hem de onlarla kurgu oluşturdu.Yaşadığı yüzyıla kulağını dayayıp, şiirini bu yüzyılın içindeki kelimelerle, kavramlarla şaşırtıcı bir tarzda kurguladı.Şiir yazmak için her şeyden malzeme çıkarabilen ve bu anlamda nesnelerle ilişkisi önemli bir yer tutan Ural, şiirlerinde romantik duygusallıklara yer vermedi. Arap dilini ve edebiyatını iyi bilen, Kur’an ilimleri öğrenmiş biri olarak divan şiiri ya da Arap şiiri gibi müzikal yanı ağır basan bir şiire odaklanmak yerine temiz bir Türkçeyle, ölçüye, kurala bağlı kalmadan yazmayı seçti.

Şiirlerinde kelimelerdeki soyutlama dikkat çekti. Fedai’nin ifadesiyle resimle düşünen Cézanne gibi Ural da şiirle düşündü. Gördüğünü soyutlayarak aktardı, farklı imgeleri ve görüntüleri yan yana getirdi. “Cehennem Marko Palto” isimli şiirinde görüldüğü üzere her ne kadar soyut bir resim çizse de malzemelerini bildiğimiz kelimelerden seçti. Sevim’in dile getirdiği gibi Ural’ın şiirinin yapı taşlarından birisini oluşturan hissin ve aklın birleşmesiyle şiirlerinde “kusursuz bir karışım” ortaya çıktı. “Böylece şiir salt hissin vıcık vıcık sokaklarından ya da salt aklın rahatsız edecek kadar kaba yollarından arınmış” oldu.

Şiirde ritim duygusuna önem veren şair, şiirdeki ritmi sözcük tekrarı olarak görmedi. Neyin tekrarlandığı kadar nerede ve kaç kez tekrarlandığının da önemli olduğunu belirtti. Zira ona göre şiirin şablonlarla işi olmamalıydı: “yorulmazdım aynı ritmi trampetle çalmaktan/senelerce yorulmazdım beklemekten şiiri/(..)/şiiri bekleyenlere eşlik eder trampet/sen ritmi bul şiir gelir kör şaire inandım.

Ural, şiirde açıklık kapalılık tartışmasını aşmış biri olarak bazı durumlarda anlaşılır olmak, anlam üretmek peşinde de olmadı. Anlatmak için kimi zaman bir sözcüğün, kimi zaman görsel ya da işitsel bir imajın yeterli olduğunu düşündü. “Aslında şiirimi anlatmak gibi bir derdim yok. Şiirin böyle bir derdi yok aslında. Dikkatli bir bakış imgeler arasındaki gizli teyelleri keşfedebilir. Çağrışımların daldan dala atlayıp bir orman yangını gibi şiiri nasıl kuşattığını dehşetle seyreder” sözleriyle şiirinin anlaşılması noktasında okurunu da işin içine dahil etti. Hemen her eserinde okurunu dışlamak yerine “olanca yakınlıkla” onu kucakladı.

Sayfalar: 1 2 3 4

Kaynakça

teis.yesevi.edu.tr